Büyük Selçuklu Devleti

0

Büyük Selçuklu Devleti, 1037 yılında Devlet haline gelerek bağımsızlığını ilan etmiş, Bağdat kentini başkent yaparak önce Mezopotamya, sonrasında Anadolu ve İç Asya boylarına kadar sınırlarını genişleterek dönemin en büyük Türk Devleti haline gelmiştir. Büyük Selçuklu Devleti, 1092 yılında iç karışıklıklar neticesinde bölünerek 4 parçaya ayrılmış, daha sonrasında ise beyliklere bölünerek Osmanlı İmparatorluğunu tarih sahnesine çıkartan süreci meydana getirmiştir.

Büyük Selçuklu Devletinin Kuruluşu

Büyük Selçuklu Devleti, Kınık Boyunun mensubu ve lideri Selçuk bey tarafından 1020’li yılında temelleri atılmış, yeğenleri Tuğrul ve Çağrı beyler tarafından bağımsız bir devlet haline getirilmiştir. Büyük Selçuklu Devletinin kurucusu ve ilk başbuğu olan Selçuk Bey, Kınık boyuna mensup bir komutandı ve bağımsız bir Türk Devleti olan Oğuz Yabguluğu’nun Subaşısı (Ordu Komutanı) idi.

Selçuk Bey’in tabi olduğu Kınık boyu, Göktürkler döneminde İç Asya’da kurulan Türk Birliği içerisinde yer almış, Göktürk Birliğinin yıkılmasından sonra ise batıya doğru girişilen göç hareketlerine katılarak Güney Hazar bölgesine yerleşmiş ve bu bölgeyi kendilerine yurt edinmişlerdi. Kınık Boyu, tek başına bir devlet kurabilecek adar kalabalık ve güçlü durumda değillerdi. Bu haseple kendileri gibi Türk Boylarından biri olan Oğuzların (Uzlar) tabiiyeti altına girdiler ve 860-1068 yılları arasında Güney Hazar Bölgesinde yaşamış olan Oğuzların bünyesinde varlıklarını idame ettirdiler.

Subaşı Selçuk Bey, yüksek askeri vasıfları ile genç yaşta Oğuz ordusunda yüksek mertebelere erişerek ordunun başkomutanı olmuştu. Ancak Selçuk Bey’in esas gayesi Oğuz Yabgu’sunun makamı yani büyük kağanlıktı. Oğuzlar, 900’lü yıllardan itibaren kendisini çevreleyen tehditlerle mücadele etmekteydi. Batısında Hazarlar, doğusunda Peçenekler ve arkalarından gelen Kıpçaklar Oğuzların güney hazar bölgesindeki hâkimiyetini tehdit ediyorlardı.

Selçuklu Devleti Amblemi

950’li yıllara gelindiğinde artan dış tehditler ve Oğuz hanının yaşının ilerlemesi, yerine geçecek veliahdının ise yeterli vasıflara sahip olamaması Selçuk Bey’in Oğuz Yabguluğunun tahtını ele geçirmesine müsait bir zemin hazırlamıştı. Her ne kadar Oğuz ordusunun emir komutası kendisine bağlı olsa da saltanatı ele geçirmek politik ve idari stratejiler gerektirmekteydi. Başarılı bir asker olan Selçuk Bey, politik tecrübelerinin eksikliğinden ötürü bu girişiminde muvaffak olamadı. Bu başarısız girişimin ardından, lideri olduğu ve bağlı bulunduğu Kınık Boyu ile birlikte başkent Yeni Kent’ten uzaklaşarak başka bir Oğuz şehri olan Cend şehrine göç ettiler. Bu göç aynı zamanda Oğuz Yabguluğunun Kınık Boyuna uyguladığı bir sürgün olmuştu.

Selçuk Bey, sürgün edildiği Cend şehrinde hakimiyetini genişletmiş ve Şehrin hakimi durumuna gelmişti. Üstelik Kınık boyu ve Selçuk Bey, burada Müslüman olarak ve İslamiyet’i seçmişti. Yalnızca bir yıl sonra Cend Şehrinin hâkimi durumuna gelen Selçuk Bey, vergi tahsil etmek için gelen Oğuz elçilerini kovarak vergi vermeyeceğini ve gayrimüslim bir toplum oldukları için kendileriyle Cihat edeceklerini ilan etti. Bu aynı zamanda bir bağımsızlık ilanıydı. Zira Oğuz Yabguluğuna bağlı olan Cend Şehrinin vergi vermemesi, Yabguluğa bağımlılığı reddetmek anlamına geliyordu (960).

Cend Şehrinin jeopolitik durumu oldukça karışıktı. Bölgenin hakimi olan Sasaniler ve İç Asya’daki en büyük güç haline gelen Karahanlılar birbirleri ile mücadele içerisindeydiler. Selçuk Bey’de bu mücadelelere müdahil olarak her iki tarafa da asker gönderip karşılığında geniş bozkırlar ve yaşam alanları elde ediyordu. Zira Selçuk Bey’in İslamiyet’e geçmesi de bu dönemde gerçekleşmiş, Müslüman olan Sasaniler ve Karahanlılar ile münasebetleri vesilesiyle İslam dini ile tanışıp gönüllü olarak İslamiyet’i seçmişti.

Selçuk Bey’in Sasani-Karahanlı mücadelesinde elde ettiği bozkırlar, Karahanlıların 999 yılında Sasanileri tam olarak yıkmasıyla Selçuk Bey ve Kınık Boyu’nun resmi hakimiyet alanı haline geldi. Sasaniler’den boşalan bölgeyi Karahanlılardan önce sahiplenen Selçuk Bey, tebaası ile birlikte Horasan’a yerleşip bu bölgeyi yurt edindiler. Selçuk Bey ve Kınık boyu, artık müstakil bir güç ve hakimiyet alanları kesinleşmiş bir beylik olarak anılıyordu.

Dandanakan Savaşı (1040)

Mesut Han, 1038’deki ağır mağlubiyetin ardından İki yıl süren bir hazırlık neticesinde çoğunluğu atlı süvarilerden oluşan 100.000 kişilik bir ordu hazırladı. Gazne Ordusu Selçuklu ordusuna nispetle oldukça büyük ve kabalalıktı. Gazneli Mesut, ordusunun başında sefere çıkarak 16 Ocak’da Nişabur Şehrine ulaştı. Savaşı Nişabur üzerinden kurgulamıştı ancak Sarah savaşında ağır tahribata uğrayan ve halkı çevre şehirlere göç eden Nişabur şehri yiyecek ve temiz su sıkıntısı içerisindeydi. Kalabalık ordusunun yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılamak amacıyla çevre illerden erzak tedariki yapmaya çalışsa da yeterli olamayınca Merv şehrine ilerlemeye karar verdi. Selçuklular Gazne Ordusunu ilerleme esnasında hem vur-kaç taktikleriyle yoruyor ve yavaşlatıyor, hem de erzak tedariki için lojistik hareketlerini baltalıyordu.

Gazne ordusu hem kalabalık olduğu için yavaş ilerliyor, hem de açlık, susuzluk ve yorgunluk nedeniyle zayıf düşüyordu. Nihayet Merv şehrinde konuşlu bulunan Dandanakan kalesi önünde karşı karşıya geldiler. Gazne ordusu Dandanakan kalesine doğru ilerlemekteyken Selçuklu ordusu ilk taarruza başladı. Taarruza rağmen kaleye ilerlemeye devam eden Gazne ordusu, hem Selçuklularla hem de susuzluk, açlık ve yorgunlukla mücadele ediyorlardı. Dandanakan kalesine girerek savunma savaşı yapmak Gazne ordusu için önemli bir avantaj sağlayacaktı ancak Kaleye girmeleri ve kuşatılmaları halinde dışarıyla bağlantıları kesilecek, artan su sıkıntısı katlanılamaz bir hale gelecekti. Bunun üzerine kaleye sığınarak savunma savaşı yapmak yerine Ordunun su sıkıntısını gidermek için birkaç kilometre daha güneyde bulunan Su kuyularına doğru ilerlemeye karar verdiler. Selçuklu ordusu Gazneliler üzerindeki taarruzlarını şiddetlendiriyor ve baskısını arttırıyordu. Gazne ordusu ise hem Selçuklulara karşı koymaya çalışıyor hem de su kuyularına doğru ilerlemeye çalışıyorlardı.

Bu keşmekeş içerisinde düzeni ve disiplini bozulan Gazne ordusu, Selçukluların planlı ve ısrarlı taarruzları karşısında tutunamayarak sayıca fazla ve güçlü olmalarına rağmen ağır kayıplar vererek yenik düşmeye başladılar.

Savaşın sonunda ağır bir yenilgiye uğrayan Gazne ordusu savaş meydanından düzensiz şekilde çekilmeye başladılar. Gazneli Mesut, bu mağlubiyetten sonra otoritesini yitirmiş, askerlerinin saygısını ve bağlılığını kaybetmişti. Kendisine bağlı küçük bir birlik ile Hindistan’a doğru ilerleyerek hem Selçuklulardan hem de kendi askerlerinden kaçmaya başladı. Bu kaçış hareketiyle Selçuklulardan kaçmayı başarabilmişti ancak kendi askerlerinden kaçamayıp askerleri tarafından öldürüldü.

Büyük Selçuklu Devleti’nin Tarih Sahnesine Çıkışı

Tuğrul Bey, Dedesi Selçuk Bey’in 960 yılında ilk ateşini yaktığı Büyük Selçuklu Devletini 77 yıl sonra, 1037 yılında tüm dünyaya ilan ederek Türk Tarihi’nin en önemli kilometre taşlarından biri olacak tarihsel süreci başlatmış oldu. Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin birlikte yönettiği Selçuklu Beyliği Samanilerin yıkılmasıyla yerleşik halde yaşadığı coğrafyada güçlenmiş, Gazne Devletinin hâkimiyet altına aldığı Horasan bölgesinden yayılarak Dönemin en büyük Türk Devletlerinden biri olan Gazne Devletini mağlup ederek Nişabur kentinde Büyük Selçuklu Devletinin bağımsızlığını ilan etmişlerdi (1037).

Selçukluların Gazne Sultanı Mesut Han’ı iki savaşta da ağır bir mağlubiyete uğratması üzerine otoritesi sarsılan Mesut Han Selçuklulara karşı kesin bir zafer kazanmak arzusuyla giriştiği Dandanakan Savaşında da mağlup olunca hem savaşı hem de saltanatını kaybetmişti. Dönemin en büyük Türk Devleti olan Gazne Devleti, Mesut Han’ın yokluğunda sahipsiz kalarak zayıflayacak ve yıkılarak tarih sahnesinden çekilecektir. Aynı tarihlerde bölgedeki diğer bir Türk Devleti olan Karahanlıların ise kısa süre sonra zayıflaması ve zamanla bölünerek yıkılması Selçuklu Devletini Türk Dünyasının yegane gücü haline getirecektir.

Dandanakan Savaşını kazanan Selçuklular, Mesut Han’ın geri dönmeyerek saltanatına sahip çıkmamasını bir fırsat olarak değerlendirip Gazne Sarayına girerek Gazne Devletinin hazinesini savaş ganimeti olarak aldılar. Selçuklular artık hem geniş bir bölgeyi hakimiyetleri altına almış hem de Gazne Ganimetleriyle hazinesini doldurmuştu (1040).

1041 yılına gelindiğinde Selçukluların hakimiyet alanları Horasan, Merv, Fergana, Tohoristan ve Zemindaver şehirlerini içine alan geniş bir coğrafya ya ulaşmıştı. Artık bir beylik değil bağımsız bir devlet olarak anılan Büyük Selçuklu Devleti, toprakları üzerinde hakimiyet kurduğu Gazne Devleti üzerinde otorite kurmuş, hakimiyet alanlarını batıya ve kuzeye doğru genişletmek için sınır komşusu oldukları Karahanlılar Devleti ile karşı karşıya gelmişti. Ancak Karahanlı Devleti, Selçukluların Horasan’ı sahiplenmesi nedeniyle iç karışıklıklar yaşanmaya başlamıştı. Zira Horasan, Karahanlılar için büyük öneme sahipti. Karahanlıların uzun süredir Gazne Devletinden almak için uğraştıkları Horasan, Selçukluların hakimiyet alanına girince Karahanlılar bu başarısızlığın sorumlusu olarak saltanat ailesini hedef aldı ve ülke ikiye bölündü (1042).

Türk Dünyası artık Büyük Selçuklu Devleti’nin başını çektiği bir döneme giriyordu. 1040’lı yıllarda bölgedeki demografik yapıya baktığımızda Türk Tarihinin Dünya Tarihinde ne denli önemli bir satır başı olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Zira 11. Yüzyılda varlığını devam ettiren 6 Türk Devleti bulunmaktaydı. Karahanlılar Marveaünnehir’de, Peçenekler Kuzey Karadeniz’de, Uzlar Balkanlarda, Kapçaklar ise Kafkasların doğusu ve Karadeniz’in Kuzey’inde, Gazneliler Hindistan-Pakistan bölgesinde, Selçuklular ise İran-Türkistan coğrafyasında Tarih’e yön vermekteydiler. Bu devletlerin en güçlüsü ve en uzun ömürlüsü elbette Büyük Selçuklu Devleti olmuştur.

Tuğrul ve Çağrı Bey’ler, Büyük Selçuklu Devletinin kurduktan sonra Selçukluların hakimiyet alanlarını genişletmek için yoğun seferler düzenlemekteydiler. Doğuda Gazne Devleti üzerine düzenledikleri seferler 1050 yılına kadar devam etmiş, Karahanlılar ise Büyük Selçuklu Devletinin üstünlüğünü kabul ederek iyi ilişkiler içerisine girmişti. Doğu ve Kuzey cenahlarda otorite kurulmuş, sıra batı sınırlarının genişletilmesine gelmişti. Artık hedef İran coğrafyasıydı. Tarihte az görünür bir süratle gerçekleşen bu seferler, art arda ve mutlak galibiyetlerle İç Asya ve Orta Doğu’yu Türk Yurdu haline getirmeye başladı. 1041’de Kirman’a taarruz eden Selçuklular, 1042 yılında Harezmşahlar üzerine taarruz etmiş, aynı yıl Kakuveyhiler’i mağlup ederek Hazar Denizine kıyısı bulunan Cürcan şehrine girerek bölgede hakim olan Ziyariler ve Misafiriler’i mağlup etmiş, birkaç ay sonra da Hamedan ve İsfahan şehirlerini alarak hakimiyet sınırlarını Hazar Denizinin güney hattına kadar ilerletmişlerdi.

Yalnızca bir yıl içerisinde 1200 Km uzunluğunda, 1.100.000 Km² lik bir coğrafyayı Büyük Selçuklu Devletinin topraklarına dâhil etmeyi başaran Tuğrul ve Çağrı Bey’ler, Büyük Selçuklu Devleti’ni cihan devleti haline getirdiler. Yalnızca 1042 yılında gerçekleştirilen seferlerde hakimiyet altına alınan topraklar günümüz Türkiye’sinin yüz ölçümünden daha fazladır.

Tuğrul ve Çağrı Beyler önderliğindeki Büyük Selçuklu Devleti’nin önlenemez ilerleyişi bölgedeki dengeleri tümüyle değiştiriyordu. Selçukluların akınları 1050’li yıllarda tekrar başladı.  1051 yılında Şiraz, 1052 yılında Umman, 1054 yılında Tebriz, Hille, Musul ve Diyarbakır, 1056’da Huzistan şehirlerini ele geçirdiler. Büyük Selçuklu Devleti artık İran coğrafyasının tam anlamıyla hakimi durumuna gelmişti. Ülkenin sınırları Batıda Bizans, Kuzeyde Gürcistan, Güneyde Abbasiler, Doğuda Kaşmir hattına ulaşmıştı. Yalnızca 20 yıl gibi bir süre içerisinde Asya’nın dörtte birine hakim olan Selçuklular artık gözünü batıya, Bizans topraklarına dikmişti.

Büyük Selçuklu Devleti yalnızca Türk Dünyası’nın değil İslam Dünyası’nın da en önemli aktörü haline gelmişti. Zira İslam Dünyası Mezhep çatışmaları ile boğuşuyor, Şii-Sünni çatışmalarıyla mücadele eden İslam coğrafyası Arap Yarımadasından dışarı çıkamıyordu. Selçukluların Orta Doğu üzerindeki mutlak hâkimiyeti Arap Yarımadasında varlığını devam ettiren Abbasiler için bir umut ışığı olmuştu. Zira Abbasiler, Şii kökenli Büveyhoğulları Devletinin baskısı altındaydılar. Bugünkü Suriye toprakları üzerinde hakim olan Büveyhoğulları, mezhep farklılıklarının tetiklediği politik etkenlerle Abbasiler ile mücadele içerisine girişmişlerdi.

İslam dünyasının liderliği Hilafet Makamında idi. Hilafet makamı ise Abbasi Devletinin himayesinde bulunuyordu. Halife Kaim, Abbasilerin içinde bulunduğu zor durum üzerine Tuğrul Bey’den yardım talep etti. Tuğrul Bey, Halife Kaim’in talebi üzerine bizzat ordusunun başına geçerek Büveyhioğullarının Abbasiler üzerindeki baskısını ortadan kaldırmak için Bağdat’a girdi (1055). Selçukluların Bağdat’a girmesi üzerine Büyük Selçuklu Devleti ile baş etmesi mümkün olmayan Büveyhioğulları Bağdat’ı terk ederek ettiler (1055).

Tuğrul Bey’in Abbasilere yardımı İslam Dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Zira Büyük Selçuklu Devleti, tarihi boyunca Abbasiler ile münasebette bulunmamışlar daha çok Şii kökenli Sasaniler ve ardılları ile siyasi ve politik münasebetler içerisine girmişlerdi. Buna rağmen Sünni inanışa sahip olan Selçuklular, Abbasilerin ve dolayısıyla İslam Dünyası’nın yardımına koşmuş, İslam Dünyasının en büyük sorunu haline gelen Şii tehdidini ortadan kaldırarak İslam’ın Arap coğrafyasının dışına çıkabilmesini sağlamıştır.

Büyük Selçuklu Devletini Cihan devleti haline getiren Tuğrul ve Çağrı Bey’ler, devam eden yıllarda seferlerle hâkimiyetleri altına aldıkları coğrafyalardaki idari ve toplumsal yapılanmayı oluşturarak bu bölgeleri tam anlamıyla Türk Yurdu haline gelmesini sağladılar. 30 yıllık uzun hakimiyet dönemleri boyunca büyük başarılara imza atan Tuğrul ve Çağrı kardeşler, artık yaşlanmışlardı. Ortak Kağan Çağrı Bey 1060 yılında, Büyük Kağan ve Sultan Tuğrul Bey ise 1063 yılında vefat ederek Türk Dünyasına bir Cihan Devleti miras bırakarak hayata gözlerini yumdular.

Büyük Selçuklu Devletinin Zayıflaması ve Bölünmesi

Melikşah, Büyük Selçuklu Devletini Türk Tarihinin en geniş hâkimiyet alanına ulaştırmıştı ancak Büyük Selçuklu Devleti için çöküş en tepe noktasında gerçekleşti. Melikşah’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Berkyaruk, babasının saltanat makamını korumayı başaramadı. Melikşah’ın ölümünü fırsat bilen saltanat varisleri birer birer ayaklanarak Büyük Selçuklu Devletini zayıflatan ve bölen süreci başlattılar. İlk başkaldıranlardan biri Melikşah’ın kardeşi, Selçuklu Maliki (Valisi) Tutuş oldu. Tutuş, yeğeni Berkyaruk’un hakimiyetini kabul etmeyerek saltanat üzerinde hak iddia etti. Berkyaruk, amcası Tutuş’un başkaldırısı ve taarruzu üzerine giriştikleri savaşta Tutuş’u öldürerek bu tehdidi ortadan kaldırmıştı ancak Melikşah’ın ölümü geniş Selçuklu coğrafyasında isyan ve başkaldırı için fırsat kollayan zümrelerin ayaklanmalarıyla çok daha kötü tezahürlere sebep oldu.

Arap Yarımadasının en stratejik bölgesi olan Mısır’da bulunan Fatımiler Batınilik adı verilen sapkın bir inanış ile isyan hareketine girişmişlerdi. Bu inanışın en önemli aktörlerinden biri olan Hasan Sabbah, muhtelif bitkilerle imal ettiği uyuşturucu tesirli maddeleri kullanarak fedailer yetiştiriyor, aldıkları uyuşturucuların tesiriyle doğa üstü halisünasyonlar gören fedailer Hasan Sabbah’ı tartışılmaz bir lider olarak görerek onun için kolayca ölüme atlayabiliyorlardı. Hasan Sabbah, etrafında topladığı hizmetkarlarıyla İran’ın Alamut şehrindeki Alamut Kalesini zapt edip konuşlanarak yetiştirdiği fedailerle Büyük Selçuklu Devletinin siyasi, askeri ve din önderlerine suikastlar düzenliyordu. Melikşah döneminde başlayan bu hareketi ortadan kaldırmak için düzenlenen sefer ise Melikşah’ın ölümü üzerine yarım kalmıştı. Melikşah öldükten sonra daha da şiddetlenen Fatımilik hareketi Selçuklu Devletine tabi toplumların kışkırtılmasında ve isyana teşvik edilmesinde önemli bir etken olmuştur.

Melikşah’ın ölümü ile başlayan ayaklanmalar ve isyanlar, Haçlı Seferleriyle daha içinden çıkılamaz bir durumun ortaya çıkmasına sebep oldu. Batı, Bizans’ın muhafazası, Müslüman toplumların Avrupa’ya ilerleyişinin engellenmesi ve Selçuklu Hâkimiyetine giren Suriye ve Filistin’in geri alabilmek için büyük hazırlıklara girişmiş ve yüz binlerce askerden oluşan bir ordu hazırlayarak Haçlı Seferi olarak adlandırdıkları büyük taarruzu gerçekleştirmişti. İç çekişmeler ve isyanlarla uğraşan Berkyaruk, Haçlı seferlerine karşı direniş gösteremeyince Filistin ve Suriye’nin bir bölümü Haçlı Ordusunun denetimi altına girdi.

Ortaya çıkan bu zor durum neticesinde Hem Anadolu’da hem de diğer pek çok bölgede yerel hükümdarlar Selçuklu Devletine bağlılıklarını sona erdirerek isyan ettiler ve bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar. Bu durum hem ülkenin düzenini ve nizamını bozuyor hem de saltanat adaylarının ellerini güçlendiriyordu. Anadolu’da sefer için görevlendirilen ve bu bölgelerde idareci tayin edilen komutanlar isyan etmiş, bağımsız olarak hareket etmeye başlamışlardı. Kafkaslarda hâkimiyet altına alınan Gürcüler ve diğer yerel hükümdarlıklar ayaklanıyor ve Büyük Selçuklu Devletine bağlı olmadıklarını ilan ediyorlardı. Mısır Fatımilerin, Suriye ve Filistin Haçlı Ordusunun denetimi altına girmişti. Büyük Selçuklu Devleti artık sadece İran ve Maveraünnehir bölgesi ile çevresinde hâkimiyetini koruyabiliyordu. Berkyaruk’un bu çöküş dönemindeki hâkimiyeti vefat ettiği 1104 yılında kadar devam etti. Çok genç yaşta Selçukluların hükümdarı olan Berkyaruk, 1104 yılında öldüğünde sadece 25 yaşındaydı.

Berkyaruk’un ölümü üzerine yerine kardeşi Mehmet Tapar geçti. Mehmet Tapar dönemi de Berkyaruk döneminde olduğu gibi iç karışıklıklar ve çöküş süreci ile devam etti. Ülkenin içinde bulunduğu zor durumdan çıkması için Kafkaslara ve Mısıra seferler düzenleyip başarılı sonuçlar almış olsa bile bu zaferler Büyük Selçuklu Devletini içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için yeterli olamadı. Mehmet Tapar’ın 14 yıllık hâkimiyeti sürecinde Büyük Selçuklu Devletinin Zayıflaması ve Bölünmesi durdurulamadı (1118).

Mehmet Tapar’ın ölümünden sonra yerine oğlu Mahmut Geçti ancak Melikşah’ın oğlu, Mehmet Tapar’ın kardeşi Horasan Maliki (Valisi) Sencer, yeğeni Mahmut’u tahttan indirerek yerine kendisi geçti ve yeğeni Mahmut’u himayesi altına alarak Irak Selçuklularının sultanı ilan etti. Sultan Sencer, Horasan valisi iken Karahanlıları, Gaznelileri ve Gurluları kendisine bağlamıştı. Başarılı idaresi döneminde Maveraünnehir bölgesini uzun süre idare etmekteydi. Ancak bu başarılar bölgelere ayrılan ve bağımsız hareket eden Selçuklu Devletlerini bir araya getirmeye yetmedi. 1141 yılında Karahıtaylılar’ın Selçuklu sınırlarına kadar ulaşmasıyla Karahıtaylılar ile giriştiği mücadelede mağlup olunca itibarını kaybetti ve Maveraünnehir Karahıtaylıların eline geçti.

Sultan Sencer’in Karahıtaylılar’a mağlup olmasıyla otorite boşluğunun tekrar ortaya çıktığı Büyük Selçuklu Devletinde yüksek vergiler sebebiyle isyan eden Oğuzlar vergi vermeyi reddedip daha geniş hakimiyet alanı talep edince Büyük Selçuklu Devletinin hakimiyetine son darbe vurulmuş oldu. Ayaklanan Oğuzlar, soydaşları olan Sultan Sencer’i esir alıp Horasan bölgesini zapt ettiler (1153). Oğuzlara esir düşen Sultan Sencer, bir süre sonra serbest bırakılsa da kısa süre sonra vefat etti ve Büyük Selçuklu Devleti tam anlamıyla yıkılmış oldu (1157).

kaynak: türktarihi.com

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku

G-B0ZQSMMP2T