Ameliyatın Tarihçesi

0

Bir doktorun teşhis veya tedavi amacıyla hastanın vücudu üzerinde yaptığı kesme, yarma ve dikme işlemlerine ameliyat denir. Ameliyat yani cerrahi müdahale, 1500 sene öncesinden beri aynen kullanılan ve genel bir müdahaleyi ifade eden “cerrahi” kelimesi, ameliyat tekniklerini ve bununla ilgili diğer bilgileri anlatan bir ilimdir. Ameliyatın tarihçesi başlamadan önce Tıbbi konulardaki eski bilgilerin çoğu ameliyatlar ile ilgilidir. Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin yazmış olduğu eserlerde, o zamanlar yapılan basit ameliyatlardan bahsedilmektedir.

Ameliyatın Tarihçesi

Tam olarak ameliyatın kim tarafından bulunduğu bilinmese de ameliyatın yada cerrahinin tarihi Paleolitik Neandertal ve Homo Sapiens fosilleri ve iskeletlerine kadar dayanmaktadır aslında. Mısırlılar mumyalama yapmak için anatomi bilgisine sahipti ve bir cesetin mumyalanması için ilk olarak hızlı çürüyen iç organları çıkartırlardı.

Ancak Mısır’da cerrahi yaralar, kırık kemiklerin tedavisi, çıbanlar ve abseler gibi küçük ceraahi operasyonlarla sınırlı kalmıştır. Eski Mısırlıların, dikiş ve koterizasyon yaptığı ve Problar, testereler, forseps, neşter ve makas gibi cerrahi aletler kullandığı biliniyor. Yunan ve Romalılar, Trocar adı verilen kalın, içi delikli iğnelerle karın ve göğüs boşluklarında toplanmış sıvıları boşaltıyorlardı. Müslüman doktorlardan Zekeriyya Razi ve Ali bin İsa el Kehhal; göz ameliyatını fenni usullerle ilk defa yapan hekimlerdir.

Eski tıbbi malzemeler

 

Cerrahinin Babası

Endülüs alimi Ez-Zehravi, otuz ciltlik tıp ansiklopedisinde çeşitli ameliyat tekniklerini ve aletlerini tarif edip, çizerek “Cerrahinin  Babası” ünvanını almıştır.

Ameliyatı yapan doktora genel olarak “cerrah” veya “operatör” denir. Ameliyat, başlı başına bir ihtisas işidir ve aynı zamanda büyük tecrübe ve görgü gerektirir. Defalarca ameliyatlarda bulunmayan ve bu konuda ihtisaslaşmayan bir hekim basit müdahaleler dışında  yalnız başına ameliyat yapamaz.

Genel olarak apse, çıban açılması, fazla derin olmayan kesik, sıyrık ve yaralanmaları dikmek her hekimin rahatlıkla yapacağı işlemlerdir. Bunlara ameliyat değil, “küçük cerrahi müdahale” adı verilir. Ameliyatlar tatbik edildiği organlara göre hayati önem arzederler. Bir mide ameliyatında ölüm oranı yüzde beş ise, beyin ameliyatlarında bu oran yüzde 30-60 olabilmektedir.

Tıbbın bütün çalışmalarına ve ilerlemiş teknolojisine rağmen ameliyatta ölüm tehlikesi (mortalite) her zaman için mevcuttur. Cerrahlar için basit ameliyatların başında apandisit, mide ameliyatları, safra kesesi ameliyatları gelir. Kemik ameliyatları, kalp, akciğer ve beyin ameliyatları büyük güçlük arzederler. Yakın zamana kadar genel cerrahi alanı içinde sayılan birçok cerrahi dallar ayrı birer uzmanlık alanı haline gelmiştir. Bunlar arasında estetik cerrahi, kalp-damar cerrahisi, ortopedi, çocuk cerrahisi, beyin errahisi vb. sayılabilir.

eski tıbbi malzemeler

Ameliyatlarda genel prensip mümkün olduğu kadar asıl organ ve dokulara zarar vermeden ve en az miktarda yapay malzeme kullanarak yapmaktır. Ameliyat yapılacak organın durumu; ameliyatın şeklinde ve ameliyat sonrasında kötü sonuçların ortaya çıkmasında çok büyük önem taşır. Bu sebeplerden dolayı bir ameliyattan önce, bir değil bir kaç cerrahın fikir birliğinin olması gerekir. Her ameliyatı mümkün olduğu kadar o konuda ihtisaslaşmış merkezlerde yaptırmalıdır. Zamanımızda çocuk cerrahisi ve yaşlılar cerrahisi, habis  hastalıklar cerrahisinde uzmanlaşmış cerrahlar yetişmektedir. Her cerrah belli bir daldaki ameliyatları defalarca yapmak suretiyle bu sahada uzmanlaşmakta ve böylece ameliyatlardaki ölüm oranı giderek düşmektedir.Bilgisizlik karanlığının hayatlara en acımasız şekilde yansıdığı bir döneme gidiyoruz.Öyle bir dönem ki içten içe çürümeye meyletmiş, dibe vurmaya yüz tutmuş.

 

Hazır mısınız, gidiyoruz?

Orta Çağ’ın karanlık dönemini yaşayan Avrupa’dayız, merakla etrafımızı incelemeye başlıyoruz.

İnsanlar büyük bir telaş içindeler. Bir şeyden korkuyorlar, biliyorlar ki korktukları şey başlarına gelirse ölüme hiç olmadıkları kadar yakınlaşacaklar çünkü bunun çözüm yolu yok.

Ne mi bu? Orta Çağ Avrupası’nı kasıp kavuran salgınlar.

İnsanların daha önce hiç olmadığı kadar bu dönemde salgınlarla mücadele ettiklerini duyuyoruz.

Sebebini anlamaya çalışıyoruz.

Görüyoruz ki insanların hijyen koşulları çok kötü. Temizlik yapmayı bırakın, temizliği “Günah, günah!” diyerek hayatlarından silmeye çalışan, geri kalmışlığın en çarpıcı örneği olan insan yaşamı var.

Hatta duyuyoruz ki yıkanma alışkanlığı günden güne yok olmaya başlamış.

tarihteki ilk beyin ameliyatı 11.000 yıl önce yapılmıştır.

Merakımız gittikçe artıyor. Sebeplerinden bazılarını öğreniyoruz.

Hamamlar fuhuş yuvasına çevrildiği için papa tarafından yıkanmak hor görülmüş ve yasaklanmış. “İyi Hristiyan pis olur.” denilmiş.

Anlıyoruz ki kötü hijyen koşulları, ahlaki çöküntüler beraberinde salgın hastalıkları getirmiş. Ee tabii bir de batıl inançları unutmamak gerekir.

Sağlığın yıldızlar tarafından kontrol edildiği inancı gibi bir batıl inançları da var.

Hâl böyle olunca direkt aklımıza geliyor. Peki bu hastalıkları muayene edecek, tedavi edecek biri, bir meslek grubu yok mu zulmetin akılları kararttığı bu dönemde?

Sonra öğreniyoruz ki bu dönemde Avrupa, kilisenin tesirinde karanlık bir dönem yaşadığı için cerrahi aşağılanan bir dal olmuş.

Âdeta cellatlıkla bir tutulmuş, tıp fakülteleri dahi kapatılmış.

Bunun örneği olarak Avrupalı papazların “Papazlar Meclisi”nde aldıkları bir kararla bütün okulları kapattırdıklarını öğreniyoruz.

Onlara göre bu meslek cellatlığa çok yakınmış, bir sihirbazlıkmış, bir yalancılıkmış, bir suçmuş.

Tüm bunları öğrendikten sonra artık burada daha fazla durmak istemiyoruz, öğrendiğimiz her şey ruhumuzu biraz daha karartıyor. Bu yüz karası hayatın gerçekleriyle yüzleşmek ikimizin de canını hayliyle sıkmış durumda. Haydi öyleyse bu yolculuğumuzu bitirip geri dönüyoruz.

Bu yolculuktan sonra zihnimizi şöyle bir yokluyoruz bakalım ne var ne yok?

Acaba diyoruz acaba sağlık alanında ilk cerrahi operasyonlar nasıl oldu, kim yaptı?

Hemen başlıyoruz araştırmaya.

Karşımıza bir isim çıkıyor: Ebu’l Kasım El-Zehravi.

  • 936 – 1013 yılları arasında Endülüs’te yaşamış Müslüman – Arap hekimlerden birisi.
  • Batılılar tarafından “Abulcasis” olarak adlandırılan el-Zehravi, aynı zamanda Cerrahi’nin Babasıolarak kabul ediliyor.
  • Zehravi’nin tıbba yaptığı en büyük katkı, hiç şüphesiz 30 ciltten oluşan Kitab al-Tasrif (et-Tasrif) isimli eseri.

O bu eseriyle Ortaçağ’ın Batı tıp dünyasına hâkim oldu. Meşhur fizyolojist Halen’in ifadesiyle “Onun eserleri 14. asırdan önce yaşamış bütün cerrahlar için yegâne kaynak”tı.

Avrupa asırlarca onun eserlerini inceleyip, yazdıklarından faydalandı ve ona dayanarak çeşitli buluşlar yaptı.

  • Kendi devrinde yapılması imkânsız sayılan birçok ameliyat yaptı. Ameliyatlarda kullanılmak üzere çeşitli aletler keşfetti ve resimlerini çizip kitabına koydu.
  • Zehravi’nin kullandığı cerrahi alet ve uygulamalar da modern tıbba öncülük etti.
  • Zehravi, dış gebeliği tanımlayan ilk doktor olmasının yanı sıra, hemofilinin kalıtsal doğasını da belirleyen ilk kişi.

“Vay be!” deyip iç geçiriyoruz. İlk cerrahi işlemleri bir Müslüman yapmış, hem de yaptığı aletler, bulduğu yöntemler günümüze hâlâ ışık tutuyor.

Demek ki İslam dünyası her alanda olduğu gibi tıp alanında da geri kalmamış. İlkler dünya tarihinin satırlarına onların adıyla yazılmış.

Hani hep şu özenip durulan Avrupa var ya o bir dönem neredeymiş, “cahil, geri kafalı” olarak görülen Müslümanlar neredeymiş?

Sonra biraz daha araştırmaya devam ediyoruz. Bu araştırma oldukça keyifli bir hâl almaya başladı.

“Zehravi, daha o devirlerde birçok günlük acil hallerde cerrahi usullerini  başarı ile tatbik etmiş, burun ameliyatları yapmış, gümüş nitratı kullanmıştır.

Dağlama yoluyla da önceleri hiç yapılmamış birçok cerrahi tedaviyi başarmıştır.Hayatının büyük bir kısmını doğduğu yer olan Medinet-üz-Zehrâ’da tıp ve eczacılık araştırmaları ile geçiren Zehravi, ayrıca din ve zamanın diğer fen ilimlerini de tahsil etmiştir.O, cerrahi uygulamalarda çok hassastı. Ameliyatlarda kullandığı aletleri kendisine has bir metodla mikroplardan temizledikten sonra kullanıyordu.Bu işte bilinen ve madde’üs-safra denilen bir maddeden faydalandı.

Günümüzde yapılan araştırmalar, bu maddenin bakterileri imha edici özelliğe sahip olduğunu ispatlamıştır.”“Ayrıca, Ebul’l-Kasım öyle bir soba gerçekleştirdi ki damıtmada yakıtını otomatik olarak tamamlıyordu.Yaraların dağlanması, idrar torbası içindeki taşları parçalayarak çıkarmak, canlı hayvanlara tecrübe maksadıyla ameliyatlar yapmak, kadavrayı kesip parçalamak gibi yeni fikir ve metodlar denedi.

O, bir ailede müşahade ettiği birçok vak’alar sonunda hemofiliye dair izahlarda bulundu. Bu açıklamalar bu mevzuya zenginlik kazandırdı.Ayrıca Ebu’l-Kasım, Percival Pott (1713-1789)’dan 7 asır önce artrit ve fıkra tüberkülozlarıyla meşgul oldu.”Tüm bunları öğrendikten sonra İslam bilime karşı diyenlerle yüzleşmek istiyoruz. Gözlerinin içine bakıp bizi uyutmak için söyledikleri bu koskocaman yalanları yüzlerine çarpmak istiyoruz.

Ama suç bizde de var. Hiç araştırmıyoruz ki bizim olana sahip çıkmıyoruz ki!Tuttuk bir yol, Avrupa’ya bakıp hayaller kurmaktan aklımız başımızdan gitti. Yazık bize hem de çok yazık.Gafletimiz öyle kalınlaşmış ki önümüze ne sunulursa koşulsuz kabullenmişiz. Onlar bizi nasıl gördüyse biz de kendimizi öyle görüp öyle benimsemişiz.

Hâlbuki ne de güzel başarıları varmış İslam dünyasının!Avrupa hayaliyle yanıp tutuşan gönüllerimize, Avrupa’yı düşünmekten geri alamadığımız aklımıza sığıştıramayacağımız kadar değerli başarılar!Ve şimdi anlata anlata bitiremediğimiz Avrupa’ya dalıyor gözlerimiz ve dilimizden şu sözler dökülüyor:Avrupa ne de çabuk unutmuş geldiği yeri de şimdilerde bizi “medeniyetsizlik”le itham ediyor!

Kaynak : AA

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku

G-B0ZQSMMP2T